Son Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimlerinde Donald Trump’ın, hem ulusal hem de uluslararası arenada ciddi eleştiriler almasına rağmen tekrar başkan seçilmesi, derinlemesine incelenmesi gereken bir olgu. Bu seçim sonucunun ardında yatan nedenlerden biri, hiç şüphesiz, Amerikan toplumunun önemli bir kesiminin artık politik doğruculuk (political correctness) ve woke kültürü karşısında hissettiği bıkkınlık ve tepkiydi.
Bir zamanlar ezilenleri koruma amacı güden ve toplumsal eşitliği destekleme iddiasında olan bu iki kavram, bugün birçok kişinin gözünde aşırıya kaçan bir tahakküm kültürüne dönüşmüş durumda. İnsanların gündelik yaşamında, ne düşündüğünü ya da hissettiğini açıkça ifade edemez hale gelmesi, hatta inanmadığı fikirleri bile sırf “mahalle baskısı”na maruz kalmamak için destekliyormuş gibi görünmesi, ciddi bir toplumsal huzursuzluk yarattı. Bu baskının en net örneklerini medya ve eğlence sektöründe görmek mümkün.
Örneğin, Netflix ya da Disney gibi platformlarda yer alan birçok yapımda, hikâyeye organik olarak uymayan unsurların sırf politik doğruculuk adına eklendiği algısı yaygınlaştı. “Yüzüklerin Efendisi: Güç Yüzükleri” (The Rings of Power) dizisinde, Tolkien’in eserlerinde veya Orta Dünya evreninin doğal yapısında bulunmayan siyahi elf karakterlerin yer alması, bu duruma verilen tepkilerin simgelerinden biri oldu. Elbette sanatın çeşitliliği yansıtması önemlidir; ancak bu tür adımların doğallıktan uzak olduğu düşünüldüğünde, tepki kaçınılmaz hale geliyor.
Ya da özellikle Netflix dizilerinde her yapımda en az bir homoseksüelin zorla yapıma dahil edilmesi seyirciler tarafından çok hem eleştirilen hem de komik derecede özellikle yapıldığı belli olan bir hal aldı.
Amerikan seçmeni açısından, bu durum yalnızca bir estetik veya kültürel tercih meselesi değil, daha derin bir sorunun göstergesidir. Woke kültürü ve politik doğruculuk, başlangıçta o zamanlar toplumca marjinalize edilmiş ya da marjinal görünen grupların haklarını savunmayı amaçlarken, bugün birçoklarının gözünde tam da eleştirdiği tahakküm sistemlerine benzemiş durumda. İnsanların ne söyleyebileceği, nasıl davranması gerektiği ve hangi fikirlerin “doğru” ya da “kabul edilebilir” olduğu konusunda baskıcı bir çizgi çekiyor.
Donald Trump, bu baskıcı kültüre karşı bir başkaldırı simgesi olarak görülüyor. Kimi zaman kaba, kimi zaman tartışmalı söylemleriyle, politik doğruculuğun ve woke kültürünün dayattığı kuralları reddetmesi, geniş bir kitle tarafından samimi ve özgürleştirici bir duruş olarak algılandı. İnsanlar, artık söylemek istediklerini özgürce ifade edememekten, sürekli “yanlış bir şey söyleme” korkusuyla yaşamaktan yoruldu. Trump, bu yorulmuşluğa hitap etti ve birçok kişiye göre, bu seçim zaferinin en önemli nedenlerinden biri de buydu.
Şunu unutmamak gerekir ki, bir toplumun kültürel dinamikleri sürekli değişir. Woke kültürünün ve politik doğruculuğun geçmişte önemli bir işlev gördüğünü inkâr etmek haksızlık olur; ancak bu kavramların bumerang etkisi yarattığını, yani bir noktadan sonra kendi amaçlarına zarar verdiğini görmek gerekiyor. Bu seçim sonucu, Amerikan halkının bu duruma karşı bir uyanışı, bir reaksiyonu olarak değerlendirilmeli.
Sonuç olarak, Donald Trump’ın bu seçimdeki başarısı, yalnızca bir siyasi strateji ya da ekonomik vaatlerle açıklanamaz. Aynı zamanda, insanların duygusal ve kültürel olarak yaşadığı bu bıkkınlık ve tahakküme karşı bir haykırışı temsil ediyor. Bu durum, hem Amerika’da hem de dünyada kültürel tartışmaların daha da derinleşeceğinin bir göstergesi olabilir. Woke kültürü ve politik doğruculuk, belki de bu sonuçla birlikte kendini yeniden tanımlamak ve toplumsal karşılığını sorgulamak zorunda kalacak.
© 2024, Bedri Yılmaz.
BedriYilmaz.com by Bedri Yılmaz is licensed under Attribution-NonCommercial-NoDerivatives 4.0 International
Tüm hakları saklıdır! İçeriği izinsiz kullanmayınız!