Bir Millet Ne Zaman Vatanını Savunmaktan Vazgeçer?

Suriye, kadim medeniyetlerin beşiği olmasına rağmen, modern anlamda bir ulus-devlet olarak varlığı 20. yüzyılın başında şekillenmiştir. Tarihsel kökleri derin olsa da bugünkü sınırları ve siyasi yapısı, büyük ölçüde dış müdahalelerle çizilmiş ve inşa edilmiştir. Bu yazıda, Suriye’deki iç savaş bağlamında Suriyeli askerlerin neden yerlerini terk ettikleri, Esad rejiminin yıkılmasına engel olmadıkları ve bir milletin vatanını savunmaktan ne zaman vazgeçtiği üzerine bir analiz sunacağım.

Birinci Bölüm 

Tarihsel Derinlik: Kadim Bir Coğrafya

Suriye, kadim Mezopotamya, Anadolu ve Mısır gibi medeniyetlerin kesişim noktasında yer alır ve tarih boyunca birçok önemli uygarlığın merkezi olmuştur. Antik dönemlerde Amurrular, Babilliler, Asurlular, Hititler, Fenikeliler gibi medeniyetler bu bölgede hüküm sürmüştür. Özellikle Şam (Dimashq), dünyanın en eski sürekli yerleşim yerlerinden biri olarak bilinir. Roma ve Bizans dönemlerinde Suriye, doğunun önemli bir eyaletiydi. İslamiyet’in yayılmasıyla birlikte Emevîler dönemi sırasında Şam, halifeliğin başkenti oldu ve İslam dünyasının merkezi haline geldi. Dolayısıyla, Suriye, tarihsel açıdan son derece köklü bir geçmişe sahiptir.

Ancak modern anlamda “Suriye” olarak bildiğimiz devlet yapısı ve sınırları, tarihi bağlarından ziyade, büyük ölçüde 20. yüzyıldaki sömürgecilik faaliyetlerinin sonucudur.

Modern Suriye’nin Kuruluşu: Yapay Bir Devlet mi?

Bugünkü Suriye sınırları, Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesiyle şekillenmiştir. Osmanlı’nın bölgedeki hâkimiyetinin sona ermesi sonrası, Ortadoğu’nun sınırları büyük ölçüde Batılı güçlerin (özellikle İngiltere ve Fransa) çıkarları doğrultusunda çizilmiştir. 

Sykes-Picot Anlaşması (1916)

İngiltere ve Fransa, savaştan önce Ortadoğu’yu aralarında paylaşmak üzere Sykes-Picot Anlaşması’nı yaptılar. Bu anlaşma doğrultusunda, bugünkü Suriye toprakları Fransız etki alanına bırakıldı.

San Remo Konferansı (1920)

Birinci Dünya Savaşı sonrası, 1920’de San Remo Konferansı’nda Suriye resmen Fransız mandası altına alındı. Bu dönemde bölgede halkın Fransız mandasına karşı direnişi oldukça yoğundu. Özellikle 1925-1927 yılları arasında meydana gelen Büyük Suriye Ayaklanması, Fransızlara karşı en önemli direnişlerden biriydi.

Bağımsızlık Süreci

1946’da Fransa, Suriye üzerindeki mandasını sona erdirdi ve Suriye resmen bağımsız bir devlet oldu. Ancak, bu bağımsızlık sürecinde oluşturulan sınırlar, tarihsel ve etnik gerçeklerden çok, sömürgeci güçlerin ekonomik ve stratejik çıkarlarına göre şekillendiği için, Suriye’nin yapay bir devlet olarak görülmesine neden olmuştur.

Suriye’yi Oluşturan Etnik ve Dini Gruplar

Suriye, etnik ve dini açıdan oldukça çeşitli bir yapıya sahiptir. Modern devletin sınırları, farklı grupların bir arada yaşadığı çok kültürlü bir yapı üzerine inşa edilmiştir:

– Araplar: Suriye nüfusunun büyük çoğunluğunu oluştururlar ve genellikle Sünni Müslümandırlar. Ancak Arap nüfusu içinde Nusayriler (Aleviler), Dürziler ve Hristiyanlar gibi farklı dini topluluklar bulunmaktadır.

– Kürtler: Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğu bölgelerinde yoğunlaşmış olan Kürtler, ülkenin en büyük etnik azınlıklarından biridir.

– Türkmenler: Suriye’nin çeşitli bölgelerinde yaşayan Türkmenler, özellikle Halep ve Lazkiye çevresinde yoğunlaşmışlardır.

– Ermeniler: 20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu’ndan kaçan Ermeniler, Suriye’de yerleşim alanları oluşturmuşlardır.

– Çerkezler ve Çeçenler: Osmanlı döneminde Kafkasya’dan göç eden bu topluluklar, Suriye’nin sosyal yapısında yer edinmiştir.

– Dini Azınlıklar:

  – Hristiyanlar (Ortodoks, Katolik, Maruni vb.)

  – Yezidiler

  – Yahudiler (ancak büyük çoğunluğu İsrail’in kurulmasıyla göç etmiştir)

Suriye Yapay Bir Devlet mi?

Modern Suriye sınırları, tarihsel bağlardan çok sömürgecilik döneminde çizilen yapay sınırlar içinde değerlendirilir. Bu sınırlar, etnik, dini ve kültürel çeşitliliği dikkate almamış; dolayısıyla Suriye, iç karışıklıklara ve uzun süreli istikrarsızlıklara zemin hazırlayan bir yapıya bürünmüştür.

Ancak Suriye’nin “kadim” bir geçmişe sahip olduğu gerçeği göz ardı edilemez. Modern sınırları yapay olsa da bu topraklar, binlerce yıl boyunca önemli medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Türkiye’nin Osmanlı’ya dayanan köklü bir geçmişi olduğu gibi, Suriye de tarihsel olarak köklü bir coğrafyaya sahiptir; fakat modern siyasi yapısı, doğal tarihsel süreçlerden çok sömürgecilik ürünü olarak şekillenmiştir. 

İkinci Bölüm 

Var Olmayan Suriyeli Üst Kimliği ve Ortak Millet Bilinci Eksikliği

Suriye, Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra, dış güçlerin müdahalesiyle kurulan yapay bir devlet olarak tarih sahnesine çıktı. Bu yapaylık, ülkede ortak bir “millet” bilincinin gelişmesini engelleyen temel faktörlerden biri oldu. Suriye’nin sınırları, tarih boyunca aynı medeniyetin parçası olmuş bir halkın yaşadığı bir coğrafyadan çok, birbirinden oldukça farklı etnik, dini ve kültürel toplulukları içine alan bir şekilde belirlendi. 

Bu çeşitlilik başlı başına bir sorun olmayabilirdi; ancak Suriye’deki toplulukların, bir arada yaşama pratiğini geliştirecek veya ortak bir ulusal kimlik altında birleşmelerini sağlayacak bir tarihsel deneyime sahip olmaması, bu yapıyı daha kırılgan hale getirdi. Bir ulus yaratmak için gerekli olan ortak dil, ortak tarih bilinci ve ortak hedefler, Suriye’de ne yazık ki yerleşik hale getirilemedi.

Etnik ve Dini Ayrılıklar

Suriye’yi oluşturan toplulukların etnik ve dini farklılıkları, bu ülkede millet bilincinin oluşmasını zorlaştırdı. Örneğin:

– Sünni Arap çoğunluk, genellikle devletin baskın güç unsuru olarak görülse de, Alevi azınlık 1970’ten itibaren yönetimde etkili oldu ve bu durum, derin kutuplaşmalara neden oldu.

– Kürtler, Suriye devleti tarafından uzun süre dışlanmış, hatta birçoğunun vatandaşlık hakkı bile tanınmamıştır.

– Türkmenler, Ermeniler, Dürziler ve Çerkezler gibi diğer topluluklar da devlet politikalarından dışlanmış ya da sadece sembolik düzeyde tanınmıştır.

Bu grupların birçoğu, modern Suriye devleti tarafından temsil edilmediklerini düşündü. Bu durum, ülke içinde derin güvensizliklere yol açtı ve bu güvensizlikler zamanla açık çatışmalara dönüştü. 

Fransız Mandasının Rolü

Fransız mandası döneminde, etnik ve dini gruplar arasında zaten zayıf olan bağlar daha da gevşetildi. Fransız yönetimi, “böl ve yönet” politikasını uygulayarak topluluklar arasındaki ayrımları körükledi. Bu politika, Suriye’nin bağımsızlık sonrası dönemine de taşınan bir miras bıraktı: güvensizlik, etnik ayrımcılık ve siyasi parçalanmışlık.

Devletin Yapay Niteliği ve Çatışmalar

Suriye, bir millet bilincine dayalı bir ulus-devlet değil; aksine, etnik ve dini toplulukların çıkarlarını dengelemeye çalışan bir yapay devletti. Ancak bu denge, özellikle otoriter yönetimler ve iç savaşlar nedeniyle sürdürülemedi. 2011’de başlayan iç savaş, bu yapısal sorunların bir patlamasıydı. Toplum, çeşitli gruplar arasında çoktan ayrışmıştı ve “Suriyeli” kimliği, bireyler için birleştirici bir çerçeve sunamadı.

Sonuç

Suriye, sınırları çizildiği andan itibaren millet bilinci oluşturmakta başarısız olmuş bir devlet olarak görülüyor. Bu durum, günümüzdeki krizlerin temelinde yatan en önemli nedenlerden biri. Suriye’nin uzun vadede istikrara kavuşması, ortak bir kimlik geliştirme sürecine bağlı olacaktır. Ancak mevcut toplumsal ayrışma ve tarihsel güvensizlikler, bu sürecin oldukça zor olacağını gösteriyor.

Kendi analizim, Suriye’nin bir millet yaratamamasının, yalnızca tarihsel bir talihsizlik değil; aynı zamanda yapısal bir sorun olduğunu gösteriyor. Suriyeli kimliği, tarihsel bağların zayıf olması, etnik ve dini çatışmalar ve dış müdahalelerin etkisiyle, hala tam anlamıyla şekillenememiş durumda. Bu durumun çözümü, yalnızca Suriye halklarının bir arada yaşama iradesi geliştirmesiyle mümkün olabilir.

Üçüncü Bölüm

Esad Rejimlerinin Politikaları: Suriye’de Milli Birliğin Önündeki Engeller

Hafız Esad ve ardından oğlu Beşşar Esad, Suriye’de uzun süreli bir yönetim sağladı ancak bu yönetimler, ülkedeki farklı etnik ve dini gruplar arasında bir “Suriye milleti” bilincinin oluşmasını sağlamaktan ziyade, bu bilincin önünde ciddi engeller oluşturdu. Esad ailesinin uyguladığı politikalar, ülkede otoriter bir rejim kurarken, özellikle azınlıklar ve muhalif topluluklar üzerinde baskı kurmayı temel aldı. Bu durum, zaten kırılgan olan toplumsal yapıyı daha da zayıflattı ve Suriye’nin ulus-devlet olma kapasitesini ciddi şekilde sınırladı.

Hafız Esad Dönemi (1970-2000)

Hafız Esad, 1970 yılında bir darbe ile iktidara geldi ve Baas Partisi’nin ideolojisi etrafında bir otoriter rejim kurdu. Esad’ın politikaları, büyük ölçüde otoriter merkeziyetçilik, güçlü devlet baskısı ve azınlıkların yönetimdeki rolünü kullanarak iktidarı pekiştirme stratejisi üzerine kuruluydu. Ancak bu politikalar, ulusal birlik yerine toplumsal ayrışmayı artıran sonuçlar doğurdu.

1. Azınlıklar ve Alevilerin Yükselişi

Hafız Esad, bir Alevi azınlık mensubu olarak, kendi mezhep topluluğunu siyasi ve askeri yapının merkezine yerleştirdi. Alevilerin çoğunluğu oluşturan Sünni Araplar üzerindeki tahakkümü, toplumsal bir çatışmanın tohumlarını attı:

–  Ordunun Alevilerle Güçlendirilmesi: Hafız Esad, ordunun ve güvenlik kurumlarının üst kademelerinde Alevi subaylara ağırlık vererek rejimin dayanağını kendi mezhep topluluğu üzerine inşa etti.

– Sünni Çoğunluğa Karşı Baskılar: Esad rejimi, çoğunluk olan Sünni Müslümanları rejim için bir tehdit olarak gördü ve Sünni muhalefeti ağır şekilde bastırdı. 1982’de Hama şehrinde Müslüman Kardeşler’in isyanını bastırmak için düzenlenen operasyon, 20 binden fazla kişinin ölümüyle sonuçlandı. Bu olay, Esad rejiminin muhalefete karşı ne kadar acımasız olabileceğini gösterdi.

2. Etnik ve Kültürel Azınlıkların Baskılanması

– Kürtler: Kürt nüfus, özellikle Hafız Esad döneminde sistematik olarak dışlandı. Kürtlerin vatandaşlık haklarından yoksun bırakılması ve Kürtçe dilinin yasaklanması gibi uygulamalar, bu toplulukların Suriyeli kimliğine entegre edilmesini engelledi.

– Türkmenler: Türkmen topluluğu da Esad rejimi tarafından göz ardı edilen ve temsil edilmeyen bir grup olarak kaldı. Bu durum, Türkmenler arasında devlete karşı derin bir güvensizlik yarattı.

3. Aşırı Merkeziyetçilik

Hafız Esad, tüm karar alma süreçlerini Şam’a odaklayan aşırı merkeziyetçi bir yönetim kurdu. Bu politika, ülkenin farklı bölgelerindeki toplulukların kendilerini dışlanmış hissetmelerine neden oldu ve ulusal bir bütünlük yaratılmasını daha da zorlaştırdı.

Beşşar Esad Dönemi (2000-Günümüz)

Beşşar Esad, babasının çizdiği otoriter yolu büyük ölçüde devam ettirdi, ancak bazı açılardan daha farklı zorluklarla karşılaştı. 2011’de başlayan Arap Baharı protestoları ve ardından gelen iç savaş, bu dönemde Suriye’nin toplumsal dokusunu tamamen paramparça etti.

1. Azınlıkları Kullanarak Çoğunluğu Bastırma

Beşşar Esad, Alevi topluluğu rejimin temel dayanağı olarak korumaya devam etti ve bu durum, ülkedeki Sünni çoğunluğun rejimden daha da uzaklaşmasına yol açtı. Esad yönetimi, protestolara karşı uyguladığı sert şiddet politikalarıyla ulusal birliği tamamen bozdu:

– Alevilere Dayalı Güvenlik Güçleri: Rejimin baskı araçları olan istihbarat servisleri ve orduda Alevilerin baskın rolü, diğer gruplar arasında rejime karşı derin bir öfke yarattı.

– Sünni Muhalefetin Şiddetle Bastırılması: 2011’den itibaren Sünni muhalefete karşı uygulanan kitlesel şiddet, toplumsal ayrışmayı iç savaş boyutuna taşıdı.

2. Kürtlere Karşı Politikalar

Başlangıçta Kürtlere karşı daha uzlaşmacı bir tutum sergilese de, Kürtlerin Suriye’nin kuzeyinde özerklik ilan etmeye çalışması rejimi yeniden sertleşmeye itti. Kürtlerle rejim arasındaki ilişkiler, özellikle iç savaş sürecinde giderek daha karmaşık bir hale geldi.

3. Mezhepsel ve Etnik Bölünmenin Derinleşmesi

Beşşar Esad döneminde:

– Mezhepsel Çatışmalar: Sünniler ve Aleviler arasındaki gerilim, Arap Baharı protestoları ve iç savaşla birlikte zirveye ulaştı. Bu çatışmalar, Suriyeli kimliğini tamamen yok etti.

– Etnik Bölünmeler: Kürtler, Türkmenler ve diğer azınlıklar, rejim tarafından marjinalize edilmeye devam etti. Özellikle Kürtlerin özerklik talepleri, ulusal birlik fikrini daha da zayıflattı.

4. Bölgesel Güvensizlik ve Ayrışma

İç savaş sırasında ülke, farklı bölgelerde farklı grupların kontrolü altına girdi. Bu durum, ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit eden yeni bir dönemi başlattı.

Sonuç: Suriye’de “Suriyeli Üst Kimliği”nin Oluşamaması ve Yokluğu

Hafız Esad ve Beşşar Esad’ın politikaları, Suriyeli üst kimliğini güçlendirmek yerine, ülkedeki bölünmeleri daha da derinleştirdi. Azınlıkların iktidara araçsallaştırılması, çoğunluğun dışlanması ve mezhepsel ayrımcılık politikaları, ulusal birliği imkânsız hale getirdi. Bu politikalar:

1. Sünni çoğunluk ile rejim arasındaki uçurumu artırdı.

2. Kürtler ve Türkmenler gibi grupların dışlanmasını derinleştirdi.

3. Farklı topluluklar arasında karşılıklı güvensizlik yarattı.

Hafız Esad döneminde otoriter baskı, geçici bir istikrar sağlamış gibi görünse de, bu istikrar gerçek bir ulusal birlikten ziyade korkuya dayanıyordu. Beşşar Esad döneminde ise bu yapay istikrar tamamen çöktü. Sonuç olarak, ne Hafız Esad ne de Beşşar Esad, Suriye’de ulusal bir millet bilinci oluşturmayı başarabildi; aksine, uyguladıkları politikalar, bu bilincin önünde en büyük engel oldu.

Dördüncü Bölüm

Esad Rejiminin Güç Merkezleri: Baba ve Oğul Döneminde Devleti Yönetimindeki Elitlerin Etnik ve Dini Yapısı

Hafız Esad ve Beşşar Esad dönemlerinde, Suriye devletinin yönetim omurgasını oluşturan elitlerin etnik ve dini yapısı, rejimin karakterini ve toplumsal bölünmeleri anlamak açısından oldukça önemlidir. Esad ailesinin kökeni Alevilere dayanır ve bu mezhepsel aidiyet, her iki liderin de iktidar stratejilerinde merkezi bir rol oynamıştır.

Hafız Esad Dönemi (1970-2000)

Hafız Esad, Alevi bir ailenin çocuğu olarak Suriye’nin kuzeybatısındaki Lazkiye kırsalında doğdu. Aleviler, Suriye genelinde nüfusun yaklaşık %10’unu oluşturan bir azınlık olmalarına rağmen, Esad rejimi boyunca siyasi ve askeri elitlerin belkemiği oldular.

1. Alevilerin Yönetimdeki Rolü

– Hafız Esad, ordunun ve istihbarat servislerinin üst kademelerini büyük ölçüde Alevi subaylardan oluşturdu. Bu yapı, rejimin sadık bir destek tabanı sağlamasını mümkün kıldı.

– Özellikle güvenlik birimleri (örneğin, Muhaberat) ve seçkin askeri birlikler (Cumhuriyet Muhafızları gibi), neredeyse tamamen Alevilerin kontrolü altındaydı.

– Aleviler, yönetimdeki bu üstünlük sayesinde rejimin dayanak noktası haline geldi. Ancak bu durum, çoğunluğu oluşturan Sünni topluluklar arasında derin bir hoşnutsuzluk yarattı.

2. Sünni Elitlerin Kullanımı

Hafız Esad, tamamen mezhepçi bir yönetim izlemek yerine, bazı Sünni elitleri de sisteme entegre etti. Bu, özellikle ekonomik alanda gerçekleşti:

– Bazı Sünni işadamları, rejimin ekonomik politikalarını desteklemek karşılığında önemli ayrıcalıklar elde etti.

– Ancak bu entegrasyon, toplumun geneline yayılan bir kapsayıcılıktan ziyade, rejime sadakat temelinde şekillendi.

Beşşar Esad Dönemi (2000-Günümüz)

Beşşar Esad, babasının inşa ettiği bu yapıyı büyük ölçüde devam ettirdi. Ancak 2011’de patlak veren iç savaş, bu yapıyı daha da mezhepçi bir eksene kaydırdı.

1. Alevilerin Merkezi Rolü

– Beşşar Esad, yönetimde Alevilere olan bağımlılığı artırdı. İç savaş sırasında rejim karşıtı protestoların büyük ölçüde Sünni topluluklardan gelmesi, Aleviler ve rejim arasındaki bağı daha da güçlendirdi.

– Güvenlik güçleri, askeri liderlik ve istihbarat birimleri neredeyse tamamen Alevilerin kontrolü altında kaldı. Bu, Alevi topluluğunu rejimin varlığına daha fazla bağladı, ancak diğer toplulukların dışlanmasını da derinleştirdi.

2. Hizbullah ve İran’ın Etkisi

Beşşar Esad döneminde, İran’ın etkisi ve Hizbullah’ın desteğiyle rejim, mezhep temelli bir politikayı daha belirgin hale getirdi. İran destekli Şii milisler, Esad rejimi için kritik bir askeri güç sağladı. Bu durum, rejimin Alevilerle birlikte Şii eksenine doğru kaymasına neden oldu.

3. Sünni İşadamları ve Pragmatik İttifaklar

– Beşşar Esad, babası gibi, bazı Sünni işadamlarını ve elitleri rejime entegre etmeye çalıştı. Ancak bu ittifaklar, özellikle iç savaş döneminde, büyük ölçüde kırılganlaştı.

– Rejime sadık kalan Sünni elitler, genellikle ekonomik çıkarlarla bağlıydı ve toplumsal düzeyde bir denge sağlamaktan uzaklardı.

Sonuç: Alevi Hegemonyası ve Mezhepçi Yönetim

Hafız Esad ve Beşşar Esad dönemlerinde, Suriye devletinin siyasi ve askeri elitleri büyük ölçüde Alevilerden oluştu. Bu mezhepsel odaklanma, rejimin sadakat tabanını güçlü tutmasını sağladı ancak toplumsal kutuplaşmayı derinleştirdi. Sünni çoğunluğun dışlanması ve azınlık gruplarının marjinalize edilmesi, ülkede bir “Suriyeli kimliği” yaratılmasını imkânsız hale getirdi.

Her iki liderin yönetimi de azınlık bir grubun çoğunluk üzerinde hâkimiyetini sürdürmesiyle karakterize edildi. Bu durum, Suriye’nin iç savaşa sürüklenmesinde ve toplumsal parçalanmanın derinleşmesinde belirleyici bir rol oynadı.

Beşinci Bölüm

Rusya ve İran’ın Suriye Politikaları: Etki ve Yardım Mekanizmaları

Suriye, 2011 yılında başlayan iç savaşla birlikte uluslararası güçlerin müdahale alanlarından biri haline geldi. Bu süreçte Rusya ve İran, Beşşar Esad rejimine en güçlü destek veren ülkeler olarak öne çıktı. Her iki ülke de hem askeri hem siyasi açıdan Suriye’ye önemli yardımlarda bulundu. Ancak bu yardımların arkasında farklı stratejik ve ideolojik çıkarlar yatmaktaydı.

Rusya’nın Suriye Politikası

Rusya, Suriye iç savaşının başından itibaren Beşşar Esad rejimini kararlı bir şekilde destekledi. Bu destek, Rusya’nın Orta Doğu’daki nüfuzunu artırma, bölgesel çıkarlarını koruma ve uluslararası düzeyde güç dengesi oluşturma hedeflerinden kaynaklanıyordu.

1. Siyasi Destek

– Birleşmiş Milletler’de Veto Gücü: Rusya, Suriye rejimini uluslararası platformlarda korumak için BM Güvenlik Konseyi’nde defalarca veto hakkını kullandı. Bu, Esad rejiminin uluslararası yaptırımlardan ve müdahalelerden korunmasını sağladı.

– Esad Rejiminin Meşruiyetinin Savunulması: Rusya, Suriye’deki krizi dış müdahale yerine “terörle mücadele” olarak çerçeveledi ve Esad rejiminin meşru hükümet olduğunu savundu.

2. Askeri Destek

– 2015’te Doğrudan Müdahale: Rusya, 2015 yılında Suriye’ye doğrudan askeri müdahale başlatarak savaşın seyrini değiştirdi. Hava saldırılarıyla muhalif grupların ilerlemesi durduruldu ve Esad rejiminin kontrolündeki bölgeler genişletildi.

– Silah ve Askeri Teknoloji: Rusya, Esad rejimine gelişmiş silah sistemleri, hava savunma sistemleri (örneğin, S-300), uçaklar ve mühimmat sağladı.

– Hmeymim Hava Üssü ve Tartus Deniz Üssü: Rusya, Suriye’deki askeri varlığını Hmeymim Hava Üssü ve Tartus’taki deniz üssü aracılığıyla kalıcı hale getirdi. Bu üsler, Rusya’nın Doğu Akdeniz’deki varlığı için stratejik öneme sahiptir.

3. Ekonomik ve Teknik Yardım

– Rusya, Suriye’ye savaşın neden olduğu ekonomik yıkımı telafi etmek için kredi ve enerji projelerinde destek sağladı. Ancak bu yardımlar, genellikle Rus şirketlerinin çıkarlarını önceleyen bir yapıda sunuldu.

İran’ın Suriye Politikası

İran, Suriye’yi bölgesel stratejisinin merkezinde görerek rejime güçlü bir destek verdi. Bu destek, İran’ın **Şii ekseni** oluşturma stratejisinin ve İsrail’e karşı direniş hattını genişletme hedefinin bir parçasıydı.

1. İdeolojik ve Politik Destek

– Şii Dayanışması: İran, Suriye’deki Alevi rejimi, Şii dünyasının bir parçası olarak gördü ve bu dayanışma temelinde destekledi. İran’ın desteği, mezhepçi dinamiklerin iç savaştaki rolünü artırdı.

– Esad Rejiminin Stratejik Konumu: İran için Suriye, Lübnan’daki müttefiki Hizbullah’a silah ve lojistik sağlama açısından kritik bir bağlantı noktasıdır. Bu nedenle Suriye’nin rejim değişikliği ile İran karşıtı bir hükümete geçmesi, Tahran için kabul edilemez bir senaryoydu.

2. Askeri Destek

– Askeri Danışmanlar ve Milisler: İran, Devrim Muhafızları Ordusu (IRGC) aracılığıyla Suriye ordusuna askeri danışmanlık sağladı. Ayrıca, Afganistan ve Pakistan gibi ülkelerden topladığı Şii milisleri (örneğin, Fatimiyyun Tugayı) Suriye’ye gönderdi.

– Hizbullah’ın Katılımı: Lübnan merkezli Hizbullah, İran’ın yönlendirmesiyle Suriye’de rejim lehine savaşan en etkili güçlerden biri haline geldi. Hizbullah, özellikle stratejik öneme sahip bölgelerde muhaliflere karşı Esad rejimini destekledi.

3. Ekonomik ve Enerji Desteği

– Mali Yardım: İran, Esad rejimine milyarlarca dolarlık kredi sağladı. Bu yardımlar, rejimin savaşı finanse etmesine ve ekonomik çöküşü yavaşlatmasına yardımcı oldu.

– Petrol ve Enerji Desteği: İran, Suriye’ye petrol ve enerji altyapısı konusunda yardımda bulundu ve savaş sırasında Suriye’nin enerji ihtiyaçlarını karşılayan en önemli tedarikçilerden biri oldu.

Rusya ve İran’ın Ortak ve Farklı Çıkarları

Ortak Çıkarlar

1. Esad Rejiminin Ayakta Kalması: Her iki ülke de Esad rejiminin devrilmesinin kendi stratejik çıkarlarına zarar vereceğine inanıyordu.

2. Batı’ya Karşı Denge Politikası: Rusya ve İran, Suriye’yi Batı’nın ve bölgesel müttefiklerinin etkisini sınırlamak için bir alan olarak gördü.

Farklı Çıkarlar

– Bölgesel Nüfuz Rekabeti: İran, Suriye’yi Şii ekseni için bir araç olarak görürken, Rusya daha çok Suriye’yi uluslararası bir güç oyunu olarak değerlendirdi.

– Askeri Yönetim Üzerindeki Etki: İran, milisler ve yerel gruplar aracılığıyla Suriye’nin saha kontrolünde daha fazla söz sahibi olurken, Rusya, merkezi hükümet ve ordu üzerinden etki kurmayı tercih etti.

Sonuç: Yardımların Suriye Üzerindeki Etkileri

Rusya ve İran’ın desteği, Esad rejiminin çöküşünü önledi ve savaşın seyrini rejim lehine değiştirdi. Ancak bu yardımlar, Suriye’nin bağımsız bir karar alma mekanizmasına sahip olmasını da ciddi şekilde sınırladı. 

– Rusya, Suriye’yi uluslararası arenada bir “satranç tahtası” olarak kullanırken, İran, Suriye’yi bölgesel mezhepçi stratejisinin bir aracı haline getirdi. 

– Bu iki ülkenin etkisi, Suriye’de uzun vadeli bir barış ve istikrarın sağlanmasını zorlaştırdı ve ülkenin bölgesel güçlere bağımlılığını artırdı.

Esad rejimi, bu yardımlar sayesinde ayakta kalmayı başarsa da, Suriye’nin iç dinamikleri üzerinde Rusya ve İran’ın etkisi giderek daha fazla hissedilir hale geldi. Bu durum, Suriye’nin geleceğinde ulusal egemenlik sorunlarını daha da karmaşıklaştıracaktır.

Altıncı Bölüm

Suriye İç Savaşının Türkiye’ye Göç Dalgası: Nedenler ve Sonuçlar

6 Mart 2011 tarihinde Suriye’nin Der’a kentinde hükümet aleyhine duvarlara slogan yazdıkları gerekçesiyle 15 çocuğun gözaltına alınmasından sonra ülke çapında tansiyon hızlı bir şekilde yükselmiş ve diğer şehirlerde de gösteriler organize edilerek hem çocukların serbest bırakılması hem de geçmişten beri -daha çok sessiz biçimde- arzulanan reform talepleri dillendirilmeye başlanmıştır. Hükümetin kısa süre içinde kontrolü kaybetmesinin bir sonucu olarak 22 Mart 2011 tarihinde kendi vatandaşları üzerine tank ve helikopterleri kullanarak gösterileri bastırmaya çalışması, ülkedeki halk hareketlerinin Şam, Halep, Hama ve Humus gibi Suriye’nin

diğer kentlerine de yayılmasına yol açmıştır. Yaşanan olaylar karşısında muhalefetin reform talepleri için bazı yasal düzenlemeler yapılmıştır. Bu talepler karşısında ilk olarak 29 Mart 2011 tarihinde hükümet istifa ederek Adil Sefer başkanlığında yeni bir hükümet kurulmuştur. Yeni hükümetin 48 yıldır uygulanan olağanüstü hali kaldırmasına ve eşit vatandaşlık kapsamında 300 bin Suriyeli Kürt’e kimlik vermesine karşın, bu reformlar etkili olmamıştır. Hatta muhalefetin talepleri Esad tarafından ülkeyi karıştırmaya ve istikrarı bozmaya yönelik politikalar olarak algılanmıştır. Sonrasında ise rejimi pekiştirecek tedbirlere yönelmiş ve gösteri yürüyüşlerini şiddetle bastırma yolunu tercih etmiştir. Esad’ın yaptığı bu tercih Patrick Seale göre stratejik bir hata olmuştur. Çünkü ülke içerisindeki gerginliklerin uluslararası bir boyut kazanmasına ve birden fazla aktörün dâhil olduğu bir iç savaşın başlamasına yol açmıştır.

2011 yılında başlayan Suriye İç Savaşı, milyonlarca Suriyeliyi evlerini terk etmeye zorladı ve bu süreçte Türkiye, en fazla mülteci kabul eden ülkelerden biri haline geldi. Resmi rakamlara göre yaklaşık 4 milyon, tahminlere göre ise 6 milyon civarında Suriyeli Türkiye’ye sığındı. Bu göç dalgasının arkasındaki temel nedenler ve yaşanan süreç şöyle özetlenebilir:

1. Göçün Nedenleri

a. Şiddet ve Güvenlik Sorunları

– Savaşın başlamasıyla birlikte, hem rejim güçlerinin hem de muhalif grupların saldırıları halkı hedef aldı. Yoğun bombardıman, kuşatma altındaki şehirler ve toplu katliamlar, sivil halk için yaşanmaz bir ortam yarattı.

– Kimyasal silah kullanımı gibi savaş suçları da kitlesel göçü tetikledi.

b. İnsani Kriz ve Ekonomik Çöküş

– Sağlık, gıda ve su gibi temel hizmetlerin çökmesi, halkın hayatta kalmak için başka ülkelere sığınmasına neden oldu.

– Suriye’deki ekonomik sistemin savaş nedeniyle tamamen çökmesi, işsizliği ve yoksulluğu artırarak insanları ülke dışına yöneltti.

c. Rejim ve Mezhepçi Baskılar

– Rejim karşıtı halk, Esad güçlerinin yoğun baskısı altındaydı. Özellikle rejimin kontrolündeki bölgelerde yaşayan Sünni nüfus ve rejim karşıtı diğer gruplar, baskıdan kaçmak için komşu ülkelere sığındı.

d. DEAŞ ve Terör Tehdidi

– 2014’te DEAŞ’ın Suriye’de geniş alanları ele geçirmesi ve uyguladığı şiddet, özellikle kadın ve çocukların hayatını tehdit etti. DEAŞ’ın kontrol ettiği bölgelerdeki halk, kaçış yolları aramak zorunda kaldı.

2. Türkiye’ye Göçün Başlıca Süreçleri

a. Açık Kapı Politikası

– Türkiye, iç savaşın ilk döneminde insani bir yaklaşım benimseyerek sınırlarını açtı ve Suriyelilere mülteci statüsü olmaksızın geçici koruma sağladı.

– Bu politika, savaşın ilk yıllarında Suriyeli sığınmacıların Türkiye’ye göçünü hızlandırdı.

b. Suriye’nin Kuzeyindeki Çatışmalar

– Suriye’nin Türkiye sınırına yakın bölgelerinde (Halep, İdlib, Afrin gibi) yaşanan yoğun çatışmalar ve rejimin ilerleyişi, bu bölgelerden Türkiye’ye büyük göç dalgalarına neden oldu.

– Özellikle İdlib gibi bölgelerdeki siviller, rejimin operasyonlarıyla Türkiye sınırına yığıldı.

c. Kentten Kampa: Geçici Barınma

– Türkiye, gelen Suriyeliler için sınır bölgelerinde büyük çaplı kamplar kurdu. Ancak nüfusun artmasıyla birlikte, Suriyelilerin çoğu büyük şehirlere yerleşmeye başladı (İstanbul, Gaziantep, Şanlıurfa, Hatay gibi).

3. Göçün Sonuçları

a. Demografik ve Sosyal Etkiler

– Türkiye’nin demografik yapısı hızla değişti ve özellikle sınır şehirlerinde nüfus yoğunluğu arttı.

– Farklı kültürel geçmişlerden gelen Suriyeliler ile Türk toplumu arasında uyum sorunları ve sosyal gerilimler yaşandı.

b. Ekonomik Yük

– Suriyelilerin barınma, sağlık, eğitim gibi ihtiyaçlarını karşılamak için Türkiye’nin ekonomik kaynakları zorlandı.

– Bununla birlikte, Suriyelilerin iş gücü piyasasına katılımı bazı sektörlerde olumlu etkiler sağladı.

c. Uluslararası Yardımlar ve Diplomasi

– Türkiye, Suriyelilere yönelik insani yardım politikası nedeniyle uluslararası arenada destek ve eleştiri aldı.

– AB ve diğer uluslararası kuruluşlar, mülteci krizinin yükünü hafifletmek için Türkiye’ye maddi yardım sağladı (örneğin, AB-Türkiye Göç Anlaşması).

Sonuç

Türkiye’ye yönelen Suriyeli göçü, savaşın yıkıcı etkilerinden kaçan milyonlarca insanın hayatta kalma mücadelesinin bir sonucudur. Bu göç dalgası, Türkiye için insani ve ekonomik bir meydan okuma yaratırken, aynı zamanda bölgede sosyal ve siyasi dinamikleri de derinden etkiledi. Göçün nedenleri arasında savaşın yıkıcılığı, rejim baskıları, DEAŞ tehdidi ve insani krizlerin etkisi belirleyici olmuştur. Bu süreç, sadece Türkiye’nin değil, uluslararası toplumun da sorumluluğunu artıran bir kriz olarak tarih sahnesinde yerini almıştır. 

Yedinci Bölüm

Suriye Nüfusu ve Suriyeden Göç Edenler

2024 yılı tahminlerine göre, Suriye’nin mevcut nüfusu yaklaşık 23,2 milyon ile 23,5 milyon arasında değişmektedir. İç savaşın etkileri ve yoğun göç hareketleri, bu nüfusun dağılımını ve kesin rakamların belirlenmesini zorlaştırmıştır. Kentleşme oranı %60 civarındayken, yaş ortalaması 25,6 olarak hesaplanmıştır. Bu, Suriye’nin genç bir nüfusa sahip olduğunu göstermektedir. Nüfusun büyük bir kısmı Suriye’nin büyük şehirlerinde yoğunlaşmıştır; örneğin, Halep ve Şam gibi şehirler 3 milyondan fazla nüfusa sahiptir

Savaş ve siyasi istikrarsızlık, Suriye’nin nüfus yapısını ve nüfus sayısını büyük ölçüde etkilemiş, milyonlarca kişinin ülkeyi terk etmesine neden olmuştur. Bu durum, ülke içinde ve dışında demografik ve ekonomik dengeleri ciddi şekilde değiştirmiştir.

2011’de başlayan Suriye İç Savaşı, milyonlarca insanın ülkesini terk etmesine neden oldu. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ve diğer kaynakların verilerine dayanarak, Suriye’den kaçan mültecilerin hangi ülkelerde bulunduğunu aşağıda listeledim. Bu veriler tahminlere ve resmi açıklamalara dayalıdır ve zamanla değişebilir.

Suriye’den Kaçan Mültecilerin Ülkeler Bazında Dağılımı

1. Türkiye

   – Tahmini Mülteci Sayısı: 4 milyon (resmi kayıt)  

   – Durum: Türkiye, en fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan ülkedir. Çoğu büyük şehirlerde (İstanbul, Gaziantep, Şanlıurfa, Hatay) ve sınır bölgelerinde yaşamaktadır. Bir kısmı ise geçici barınma merkezlerinde kalmaktadır.  

2. Lübnan

   – Tahmini Mülteci Sayısı: 800 bin – 1 milyon  

   – Durum: Suriyeli mülteciler, Lübnan nüfusunun yaklaşık %15-20’sini oluşturacak bir orandadır. Ancak Lübnan’da kayıt dışı mültecilerin sayısı da oldukça yüksektir.

3. Ürdün 

   – Tahmini Mülteci Sayısı: 670 bin – 750 bin  

   – Durum: Zaatari Mülteci Kampı gibi büyük kamplarda barınan mültecilerin yanı sıra Amman gibi şehirlerde yaşayanlar da bulunmaktadır. Ürdün, mülteci krizinden en çok etkilenen ülkelerden biridir.

4. Irak

   – Tahmini Mülteci Sayısı: 250 bin  

   – Durum: Irak’ın özellikle Kürt Bölgesel Yönetimi kontrolündeki bölgelerine yoğun göç yaşanmıştır. Irak’ta Suriyeli mülteciler, genellikle yerel topluluklarla birlikte yaşamaktadır.

5. Mısır 

   – Tahmini Mülteci Sayısı: 145 bin – 160 bin  

   – Durum: Mısır’daki Suriyeli mülteciler, genellikle büyük şehirlerde (Kahire, İskenderiye) bulunmaktadır. Mısır hükümeti, mülteciler için çeşitli yasal düzenlemeler yapmıştır.

6. Avrupa

   – Tahmini Mülteci Sayısı: 1 milyonun üzerinde  

   – Durum: Almanya, İsveç, Hollanda ve Avusturya gibi ülkeler en fazla mülteci kabul eden Avrupa ülkeleri arasındadır. 2015’teki büyük göç dalgasıyla çok sayıda Suriyeli Avrupa’ya ulaşmıştır.

7. Diğer Orta Doğu Ülkeleri 

   – Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri: Resmi olarak mülteci kabul edilmese de bu ülkelerde kayıt dışı yaşayan Suriyelilerin sayısının yüz binlerce olduğu tahmin edilmektedir.

8. Kuzey Amerika 

   – Tahmini Mülteci Sayısı: 100 binin üzerinde  

   – Durum: ABD ve Kanada, belirli sayıda Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapmaktadır. Kanada özellikle 2015’ten sonra mülteci kabulünde aktif bir politika izlemiştir.

Toplam Sayılar

– Suriye dışında yaşayan mülteci sayısı (2024 itibarıyla tahmini): 6,8 milyon

– Suriye içinde yerinden edilmiş kişiler: 6,9 milyon

Sonuç

Suriye iç savaşından kaçan mülteciler, komşu ülkelerde yoğunlaşmış ve bu ülkelerin sosyal, ekonomik ve demografik yapısını derinden etkilemiştir. Türkiye, Lübnan, Ürdün gibi ülkeler bu yükün büyük kısmını taşırken, Avrupa ve diğer bölgeler ise daha sınırlı sayıda mülteci kabul etmiştir. Bu kriz, uluslararası toplumun çözüm üretme kapasitesini sınayan en büyük insani felaketlerden biri olarak tarihe geçmiştir. 

Sekizinci Bölüm

Suriye’nin Askeri Varlığı: Çürümüş Bir Yapının Anatomisi

Suriye’nin askeri varlığı, yıllardır süregelen ambargolar, savaşın yıpratıcı etkileri ve iç yolsuzluklarla büyük ölçüde zayıflamış ve işlevsiz bir hale gelmiştir. Rejim yanlısı güçler, Rusya ve İran’ın sağladığı sınırlı askeri destekle varlığını sürdürebilmektedir. Ancak bu destekler, Suriye ordusunun eskiyen teknolojilerini yenilemek ya da etkin bir savaş gücü oluşturmak için yeterli olmamaktadır.

Eskiyen Askeri Teknoloji

Ambargolar ve uzun süren savaşlar, Suriye ordusunun modernleşmesini engellemiş ve Sovyet döneminden kalma eski ekipmanlara bağımlı hale getirmiştir. Kullanılan tanklar, uçaklar ve silah sistemleri teknolojik olarak günümüz standartlarının çok gerisindedir. Bu durum, rejim güçlerini çatışmalarda Rusya ve İran’dan gelen daha modern ekipmanlara bağımlı hale getirmiştir. Örneğin, İran’ın sağladığı insansız hava araçları ve Rusya’dan gelen hava desteği, Esad rejiminin savaşta hayatta kalmasını sağlamıştır.

Yolsuzluk ve Ahlaki Çöküş

Suriye ordusunda yaygın yolsuzluk, askeri yapının etkinliğini ciddi şekilde azaltmıştır. Üst düzey subaylar ve rejim yanlısı güçler, askeri kaynakları kişisel çıkarları için kullanmış, askerlerin moralini ve bağlılığını zayıflatmıştır. Bu durum, ordunun savaş gücünü önemli ölçüde düşürmüş ve rejim için büyük bir tehdit oluşturmuştur.

Uyuşturucu Ticareti ve Askeri Bağlantılar

Suriye ordusunun bazı unsurları, özellikle Captagon üretimi ve ticareti gibi yasa dışı faaliyetlerle doğrudan ilişkilendirilmiştir. Captagon, Ortadoğu’da yaygın olarak kullanılan bir tür amfetamindir ve Suriye’de bu uyuşturucunun üretimi ve dağıtımı, yıllık 1.4 milyar ila 2 milyar dolar arasında bir ekonomik büyüklüğe ulaşmıştı. Bu gelirler, rejim yanlısı milis gruplarının ve rejimin finansal kaynaklarını desteklemek için kullanılmaktadır. Aynı zamanda, uyuşturucu ticareti Suriye’nin Lübnan, Ürdün ve Körfez ülkeleriyle olan kara bağlantılarında büyük bir ekonomik etkiye sahiptir.

Rusya ve İran’ın Rolü

Rusya ve İran, Suriye ordusunun temel destekçileridir. Rusya, hava saldırıları ve stratejik danışmanlık sağlarken, İran Devrim Muhafızları aracılığıyla saha desteği ve lojistik yardım sunmaktadır. Ancak bu destekler, Suriye ordusunun bağımsız bir savaş gücü olarak hareket edebilmesi için yetersiz kalmakta ve rejimi sürekli olarak bu iki dış güce bağımlı kılmaktadır.

Sonuç

Suriye ordusu, eskiyen teknolojisi, yolsuzlukları, uyuşturucu ticaretiyle olan bağlantıları ve dış desteklere olan bağımlılığı nedeniyle işlevsiz ve zayıf bir yapıya dönüşmüştür. Askeri varlık, rejimin güç kaynağı olmaktan çok, çatışmaların ve yasa dışı faaliyetlerin bir aracı haline gelmiştir. Bu durum, hem Suriye içindeki çatışmaların uzamasına hem de bölgedeki istikrarsızlığın artmasına katkıda bulunmaktadır.

Dokuzuncu Bölüm

Suriye’nin Çöküş Sürecinde Kritik Dönüm Noktaları

27 Kasım 2024:

– İsyancılar (HTS ve Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu) İdlib’den Halep’e doğru ilerlemeye başladı.

– Rusya ve İran, önceki yılların aksine harekete geçmedi, sahada etkisiz kaldılar.

3 Aralık 2024:

– Halep düştü. HTS ve isyancı gruplar Suriye’nin en büyük ikinci kentini ele geçirdi.

– HTS lideri Ebu Muhammed El-Colani, Halep’te halka hitap ederek moral verdi.

5 Aralık 2024:

– İsyancılar Hama’ya girdiler. Burada da hükümet güçleri direnç göstermedi ve askeri üsler terk edilmiş bulundu.

– Hama’dan sonra isyancı gruplar, güneye yönelerek Humus’a doğru ilerlemeye başladı.

7 Aralık 2024:

– Humus düştü. Stratejik konumdaki kentte hükümet güçleri ciddi bir direniş göstermedi.

– HTS, resmi kanallarından Humus’un kontrol altına alındığını duyurdu.

– Hizbullah savaşçılarının Laskiye ve Lübnan’daki Hermel bölgesine çekildiği rapor edildi.

8 Aralık 2024:

– Şam muhaliflerin eline geçti. Yerel isyancı gruplar, Cermana’dan başkente girerek hükümet güçlerini hızla bertaraf etti.

– Esad rejimi, Halep’ten sadece 5 gün sonra Şam’ı da kaybetti. 

– Suriye Başbakanı Muhammed Gazi Celali, yetkilerini muhaliflere devretti.

Düşüş Sürecine Eşlik Eden Önemli Faktörler:

– Rusya ve İran’ın Sessizliği: Esad yönetimini yıllarca destekleyen Rusya ve İran, bu süreçte herhangi bir askeri müdahalede bulunmadı. Hizbullah, İsrail saldırıları sonrası lider kadrosunu ve askeri kapasitesini kaybetmiş durumdaydı.

– Hızlı Çözülme: Esad güçleri, mühimmat ve moral eksikliğiyle kısa sürede çözüldü.

– Muhalefetin Koordinasyonu: HTS ve diğer gruplar, 10 gün gibi kısa bir sürede büyük bir alanı kontrol altına almayı başardı.

Bu süreçte Suriye’nin hızla değişen siyasi ve askeri durumu, bölgesel ve uluslararası dengeleri kökten değiştirecek bir aşamaya ulaştı.

Son Söz: Esad Rejiminin Yıkılışı ve Suriyeli Askerlerin Rolü

Bu yazının amacı, Suriyeli askerlerin neden rejimi savunmaktan vazgeçtiğini ve bunun Esad rejiminin çöküşüne nasıl zemin hazırladığını anlamaktı. Tarih boyunca otoriter baskılarla varlığını sürdüren Esad rejimi, toplumdaki güveni ve birliği sağlayamadan zayıflayan bir yapı haline geldi. Eskiyen askeri teknoloji, ordudaki yolsuzluklar ve uyuşturucu ticareti gibi yasa dışı faaliyetlerle ordunun çürümesi, sadece rejimin değil, Suriye devletinin de meşruiyetini aşındırdı.

Sonuç olarak, Suriyeli askerlerin karşı koymadan pozisyonlarını terk etmeleri, hem rejime duyulan güvensizliğin hem de ordunun dağılmış yapısının bir göstergesiydi. Bu durum, bir milletin kendi kaderini tayin etme iradesi ve halkın güvenmediği bir liderlik altında ne denli kırılgan bir hale gelebileceğinin çarpıcı bir örneğidir. Suriye’nin geleceği, ancak ulusal birlik ve kapsayıcı bir yönetim anlayışına dayalı yeni bir siyasi yapı ile şekillenebilir.

Son Söz

Esad Rejiminin Yıkılışı ve Suriyeli Askerlerin Rolü

Bu yazının amacı, Suriyeli askerlerin neden rejimi savunmaktan vazgeçtiğini ve bunun Esad rejiminin çöküşüne nasıl zemin hazırladığını anlamaktı. Tarih boyunca otoriter baskılarla varlığını sürdüren Esad rejimi, toplumdaki güveni ve birliği sağlayamadan zayıflayan bir yapı haline geldi. Eskiyen askeri teknoloji, ordudaki yolsuzluklar ve uyuşturucu ticareti gibi yasa dışı faaliyetlerle ordunun çürümesi, sadece rejimin değil, Suriye devletinin de meşruiyetini aşındırdı.

Sonuç olarak, Suriyeli askerlerin karşı koymadan pozisyonlarını terk etmeleri, hem rejime duyulan güvensizliğin hem de ordunun dağılmış yapısının bir göstergesiydi. Bu durum, bir milletin kendi kaderini tayin etme iradesi ve halkın güvenmediği bir liderlik altında ne denli kırılgan bir hale gelebileceğinin çarpıcı bir örneğidir. Suriye’nin geleceği, ancak ulusal birlik ve kapsayıcı bir yönetim anlayışına dayalı yeni bir siyasi yapı ile şekillenebilir.

© 2024, Bedri Yılmaz.

BedriYilmaz.com by Bedri Yılmaz is licensed under Attribution-NonCommercial-NoDerivatives 4.0 International

Tüm hakları saklıdır! İçeriği izinsiz kullanmayınız!

Leave a reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to site top



© 2024, Bedri Yılmaz.

BedriYilmaz.com by Bedri Yılmaz is licensed under Attribution-NonCommercial-NoDerivatives 4.0 International

Tüm hakları saklıdır! İçeriği izinsiz kullanmayınız!