Türkiye Sosyolojisinde İki Uçlu Bir Sarkaç: 1995 ve 2024 Mezuniyet Törenlerinin Yansıttığı Toplumsal Dönüşümler

Giriş

Toplumsal yaşamda bireylerin kimlik, inanç ve yaşam tarzlarına ilişkin özgür tercihleri, demokratik bir toplumun en temel unsurlarındandır. Türkiye’de bu özgürlüğün sınırlarının tartışmaya açıldığı olaylar, zaman içinde sarkacın iki ucu gibi birbirine zıtlaşan zihniyetlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. 1995 yılında yaşanan ve Türkiye’den İnsan Manzaraları: 1995 Yılında Mezuniyet Başörtüsü Yasağı başlıklı yazıda aktarıldığı üzere, dindar ve başörtüsü takan kızların mezuniyet törenine alınmaması, o dönemdeki toplumsal ve siyasal baskıların bir yansımasıdır. Benzer şekilde, 2024 yılında Türkiye Yüzyılından İnsan Manzaraları: 2024 Yılındaki Mezuniyette Kıyafetleri Uygunsuz Olduğu İddiasıyla Mezuniyet Törenine Alınmayan Liseli Kızlar başlıklı olayda, genç kızların normal kıyafetleri üzerinden uygulanan baskı, günümüz siyasi arenasında “28 Şubat zihniyeti” ile “gelenekçi dindar zihniyeti” arasında süregelen çelişkili güç dengelerinin güncel bir tezahürü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu makalede, iki farklı dönemde meydana gelen bu olayların sosyolojik yansımaları, kadının özgür iradesine yönelik müdahaleler ve At Nalı Teorisi çerçevesinde değerlendirilen siyasi uçların birbirine yaklaşma mekanizmaları detaylı olarak incelenecektir.


1. 1995 Olayı: Dini Kimlik Üzerinden Baskı ve Kadının Özgürlüğü

1995 yılında, anayasal olarak korunması gereken inanç özgürlüğü ve bireysel haklar çerçevesinde, özellikle dindar ve başörtüsü takan genç kızların mezuniyet törenine alınmaması, toplumsal yaşamda kadının kendi seçimine müdahale anlamında önemli bir örnek teşkil etmiştir. Bu dönemde, ulusalcı, sözde komünist Kemalist zihniyetin etkisinde olan bazı kesimlerin, devlete ve müesses nizama yaranmak amacıyla uyguladığı baskı, bireysel özgürlüklerin ihlali olarak değerlendirilebilecek bir tutum sergilemiştir. Kadının ne giyeceğine dair seçim, bireysel yaşamın en temel unsurlarından biri olup, herhangi bir toplumsal kesimin, siyasetçinin ya da bürokrasinin bu konuda müdahalede bulunması kabul edilemez niteliktedir. Türkiye’den İnsan Manzaraları: 1995 Yılında Mezuniyet Başörtüsü Yasağı yazısı da bu gerçeği gözler önüne sermektedir.


2. 2024 Olayı: Günümüz Siyasi Uçların Çatışması ve Kıyafet Üzerinden Baskı

Günümüz Türkiye’sinde, 2024 mezuniyet töreninde yaşanan olay, geçmişteki uygulamaların bir tekrarı niteliği taşımaktadır. Okul yönetiminin, genç kızların “uygun” olmayan kıyafet tercihlerini gerekçe göstererek mezuniyet törenine alınmalarını engellemesi, aynı zamanda siyasi söylemlerin ve belirli ideolojik çizgilerin toplumsal hayata yansıması olarak değerlendirilebilir. Bu uygulamada, dindar olduğunu iddia eden bazı siyasi aktörler ve bürokratlar, kendi dar görüşlerini ve iddia ettikleri “dindarlığı”, toplumsal yaşamın diğer kesimlerine dayatmaya çalışırken, anayasal ve evrensel insan haklarına aykırı bir tutum sergilemektedir. Olay, 1995’deki uygulama ile paralellik gösterirken, aynı zamanda siyasi arenada güç sahibi olan uçların (28 Şubat zihniyeti ile 8 Şubat zihniyeti arasında kalan kesimler) benzer baskı metotlarını uygulamaya devam ettiklerini ortaya koymaktadır. Türkiye Yüzyılından İnsan Manzaraları: 2024 Yılındaki Mezuniyette Kıyafetleri Uygunsuz Olduğu İddiasıyla Mezuniyet Törenine Alınmayan Liseli Kızlar başlıklı yazı, bu olayın detaylarını ve ardındaki ideolojik çelişkileri kapsamlı bir biçimde ele almaktadır.


3. Sosyolojik Analiz: Kadının Kıyafet Tercihi, Bireysel Özgürlük ve İdeolojik Baskılar

İki olayda da ortak noktalar ön plana çıkmaktadır:

  • Bireysel Özgürlük ve Kişisel Tercih:
    Kadının ne giyeceği ya da giymeyeceği meselesi, 18 yaşını geçmiş bireyin kendi kararı olmalıdır. Toplumun, siyasetçilerin ya da devletin, kadının kişisel tercihine müdahale etme iddiası, insan haklarının ihlalidir. Bu husus, 1995 olayında da, 2024 olayında da geçerliliğini korumaktadır.
  • Sosyolojik Dönüşüm ve İki Uçlu Sarkaç Metaforu:
    İki olay, Türkiye’nin sosyolojik dönüşüm sürecinde farklı dönemlerde, farklı ideolojik uçların baskı mekanizmalarını kullanarak birbirine yaklaşan modellerini göstermektedir. İlk dönemde, ulusalcı ve Kemalist çizgideki yaklaşımlar, dini semboller üzerinden baskı kurarken, günümüzde dindar kimlik üzerinden uygulanan baskı, toplumun içindeki ideolojik kutuplaşmanın bir yansıması olarak öne çıkmaktadır.
  • Güç Oyunları ve Tarihi Tekerrür:
    İki olay arasında, farklı siyasi aktörlerin – geçmişte ulusalcı ve komünist iddialarla, günümüzde ise “kendini dindar” olarak nitelendiren kesimlerle – benzer baskı yöntemlerini kullanmaları dikkat çekicidir. Bu durum, At Nalı Teorisi: Siyasenin Uçlarının Birbirine Yakınlaşması başlıklı yazıda ifade edildiği gibi, siyasi uçların birbirine yaklaşarak kendinden olmayanlara karşı benzer tutumlar sergilemesinin bir tezahürü olarak yorumlanabilir.

4. At Nalı Teorisi ve İdeolojik Uçların Yakınlaşması

At Nali Teorisi, siyaset alanında uç noktaların birbirine yaklaşması ve bu süreçte ortak paydada buluşarak muhaliflere karşı baskı uygulaması olarak özetlenebilir. 1995 ve 2024 olaylarında, farklı ideolojik zeminde olsalar da, uygulanan baskı metodolojilerinin benzerliği bu teorik yaklaşımla da desteklenmektedir. Yani, iki farklı uç arasında gerçekleşen bu karşıtlık, aynı zamanda toplumsal hafızada ve siyasi arenada tekerrür eden bir örüntüye işaret etmektedir. Bu bağlamda, tarihi tekerrür ve antisentez-sentez dinamikleri, Türkiye’nin sosyolojik yapısında keskin bir sarkaç etkisi yaratmakta; uçlardan herhangi birine yönelen baskılar, toplumsal bütünlüğe zarar vererek, uzun vadede gerçek demokrasinin temellerine zarar verebilmektedir.


Sonuç ve Geleceğe Yönelik Değerlendirme

Her iki olay, kadının bireysel özgürlüğüne yönelik müdahaleleri ve toplumsal yaşamda ideolojik baskıların nasıl iki uç arasında salındığını gözler önüne sermektedir. Gelecek açısından değerlendirildiğinde, devlet erklerinin ve siyasi aktörlerin toplumun bekası için, menfaatlerinden ziyade gerçek demokrasi ve toplumsal uzlaşı ilkelerine öncelik vermesi gerekmektedir. Toplumun ikiye bölünmesi yerine, anayasal ve evrensel insan haklarına uygun bir düzenin hayata geçirilmesi, ülkenin ilerleyişi için elzemdir. Bu anlamda, gerçek atatürkçü veya gerçek İslami demokratik düzenin ancak, halkın kendi tercih ve özgürlüklerine saygı gösterilerek uygulanması mümkün olacaktır. Çünkü, tarih boyunca sarkaç etkisiyle sallanan bu iki uçlu sistem, ancak toplumun haklarına saygı duyulduğunda dengelenebilir ve gerçek demokrasinin temelleri atılabilir.


Bu makalede, 1995 olayındaki ve 2024 olayındaki toplumsal ve siyasal baskılar üzerinden, Türkiye’nin sosyolojik yapısındaki değişim ve devam eden ideolojik uçların benzer baskı yöntemlerine başvurma eğilimi değerlendirilmiştir. Ayrıca, At Nalı Teorisi çerçevesinde, bu iki uç arasındaki ilişkinin tarihi tekerrür ve antisentez-sentez dinamikleri ile nasıl desteklendiği üzerine bir yorum getirilmiştir. Toplumun bekası için, kadının özgür iradesine müdahale etmeyen, anayasal hakların korunarak uygulandığı bir düzenin gerekliliği bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

© 2025, Bedri Yılmaz.

BedriYilmaz.com by Bedri Yılmaz is licensed under Attribution-NonCommercial-NoDerivatives 4.0 International

Tüm hakları saklıdır! İçeriği izinsiz kullanmayınız!

Leave a reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to site top